2001 yılında, Amsterdam’a ilk
gidişimde, Van Gogh Müzesi’nde ressamın Paul Gauguin’le ortak sergisini
gezmiştim. Bu iki büyük ressamın 1888 sonlarında dokuz hafta boyunca birlikte
yaşadıkları Arles’teki stüdyo evde yaptıkları resimlerle birlikte yolları kesişmeden
önce ve yolları ayrıldıktan sonra yaptıkları resimler de sergileniyordu. Sergiyi
gezerken bir taraftan da kulaklıktan gelen ses etkileyici bir müzik eşliğinde
resimleri anlatıyordu. Resimler, alışkın olduğumuz gibi birbirinden bağımsız ve
tek tek anlatılmıyor, dramatik bir hikâye kurgusu içinde, hikâyeyi tamamlamak
için anlatılıyordu. Sergi beni derinden etkilemişti.
1887 Kasım’ında Paris’te
tanıştıklarında Gauguin 39, Van Gogh 34 yaşındadır. Birbirlerinin sanatından
etkilenirler ve Paris’te kaldıkları birkaç ay boyunca sık sık buluşup sohbet
ederler. Paris’ten ayrıldıktan sonra da bu sohbetler mektuplar aracılığı ile
devam eder, birbirlerine yaptıkları resimleri de gönderirler.
1888 yılının Mayıs ayında Van
Gogh Arles’te bir bina kiralar ve renginden dolayı ona “Sarı Ev” adını verir. Bir
süredir Güney’deki sanatçıların kardeşliğini, birlikte yaşayıp resim
yapabilecekleri bir stüdyonun hayalini kurmaktadır. Sarı Ev, onun bu hayalini
gerçekleştirecektir. Giriş katını stüdyo ve mutfak, üst katı ise yatak odaları
için kullanmayı planlar. Bina çok iyi ışık almaktadır ve resim yapmak için çok
uygundur. Van Gogh, kardeşi Theo’ya Gauguin’i davet etmek istediğini yazar,
Theo da bu fikre sıcak bakar. Ancak Gauguin hem maddi sıkıntıları yüzünden hem
de kararını tam olarak veremediğinden bir türlü Arles’e gidemez. İlkbahar yaza
döner, Gauguin’in gelmesi uzadıkça Van Gogh umutla umutsuzluk arasında gider
gelir. Beklerken kendini oyalayacak yeni bir resim serisine başlar: Ayçiçekleri
(Sunflowers). Sarı Eve asmak için yarım düzine ayçiçeği resmi yapar ve iki
tanesini Gauguin’e gönderir. Ayçiçekleri umutla birlikte onun Gauguin’e olan
tutkusunun bir sembolü olmuştur.
17 Eylül 1888’de Van Gogh
“Güney’in Stüdyosu”na, Sarı Ev'e yalnız taşınır. Evde Gauguin’in eksikliğini
hissetmemek için ondan bir portresini yapıp kendisine göndermesini ister, o da
otoportresini Gauguin’e gönderir. Sonunda, 23 Ekimde Gauguin Sarı Ev'e gelir,
Van Gogh onun odasına Ayçiçeklerini asar. Gauguin’in bağımsız kişiliği Van
Gogh’un yakın ilgisi ve tutkusu karşısında zorlanır. Hayattan
beklentilerindeki, resme bakışlarındaki ve çalışma saatlerindeki farklılık,
sürekli birlikte yaşamak ve çalışmak bir süre sonra sorunları da berberinde
getirir. 23 Aralık akşamı, Gauguin’in gelişinden sadece iki ay sonra, şiddetli
bir kavga ederler. Van Gogh, Gauguin’in Arles’ten ayrılmak istediğini duyunca
çılgına döner. Gauguin, geceyi bir otelde geçirir ve sabah Sarı Eve döndüğünde evin
önünde bir kalabalık görür, etraf kan içindedir. Gauguin’den ayrıldıktan sonra
eve dönen Van Gogh yaşadığı acıyla sol kulağını kesmiştir. Gauguin, hastanede
yatan Van Gogh’u ziyaret bile etmeden trenle Paris’e döner. İki ressam
birbirlerini bir daha hiç görmezler.
Ocak 1889’da hastaneden çıkan Van Gog,
Gauguin’in Arles’te olanları herkese anlatacağından ve diğer sanatçıların
kendisinden korkacağından endişelenir. Bu durumda Sarı Ev hayalindeki gibi
sanatçıların toplanacağı bir yer olmayacaktır. Gauguin’in, kendisini ziyaret
etmeden gitmesine üzülmesine rağmen ona bir mektup yazarak olanları
anlatmamasını ister.
Van Gogh, deli olmadığını ispatlamak için
kendisini tekrar resme verir. Ancak durumu giderek kötüleşir, halüsinasyonlar
görmeye başlar. Şubat başında tekrar hastaneye yatar, gündüzleri gelip
Sarı Ev’de çalışır ancak komşularının şikâyeti üzerine 3 Mart’ta
Saint-Remy’deki akıl hastanesine yatar ve Sarı Ev tamamen kapanır. Akıl
hastanesinin penceresinden gördüğü gece manzarasını resmeder, bu onun en ünlü
resimlerinden Yıldızlı Gece’dir (The Stary Night). Van Gogh yaz boyunca
toparlanır ve eski gücünü kazanır. Eylül’de tamamen iyileşmiş ve tekrar resim
yapabilir duruma gelmiştir. Gauguin’le tekrar bir araya gelmek ister ama
Gauguin bu fikre sıcak bakmaz.
Ocak
1890’da kardeşi Theo’nun bir oğlu olur ve ona Vincent Van Gogh ismini verirler,
bu Van Gogh’u çok mutlu eder. Bebek onun içinde yeni bir yaşama umudu yeşertir,
küçük Vincent’ın yatak odasına asılması için uyanışı ve umudu temsil eden Badem
Ağacını (Almond Blossom) yapmaya başlar.
Bu
uyanış da uzun sürmez, ilkbahar ve yaz yalnızlıkla geçer, durumu daha da
kötüleşir. 29 Temmuz 1890’da, kendini silahla vurduktan iki gün sonra, kardeşi
Theo’nun kollarında ölür. Henüz 37 yaşındadır.
Van
Gogh öldükten sonra Gauguin resim yapmaya Tahiti’de devam eder. Resimlerinde
Van Gogh’un hiç etkisi olmadığını ama kendisinin onu etkilediğini söyler.