Sen
de mi âşıksın arkadaşım? Minibüse bindiğimizden beri daldın gittin telefona.
Öylece bakıp durursun. Bilirim bu halleri, ben de bakıp dururum aynı mesaja iki
haftadır. Yoksa kötü bir haber midir sana gelen? Öyle olsa insan uzun uzun
bakmaz telefona, unutmak ister bir an önce. Âşıksın sen de, tıpkı benim
gibisin. Sabahın köründe düşmüş aklına sevdiğin, belki gece rüyanda gördün.
Ondan gelen mesaja mı bakarsın?
Benim
çalıştığım atölyede ustabaşı telefonları sabah alıp kilitliyor dolaba. Öğle
paydosunda bir saatliğine alıyoruz, sonra tekrar gerisin geri dolaba
telefonlar. Akşam çıkarken açıyor dolabı, herkes alıyor telefonunu. Ben o zaman
gördüm mesajı. Baktım 15:34’te gelmiş, ben görünceye kadar üç saat geçmiş. Ben
üç saat boyunca, o mesajdan hiç haberim olmadan çalışmışım atölyede. Bilsem
delirirdim mutluluktan, çalışamazdım zaten. Bu ustabaşı biliyor da ondan
kilitliyor telefonları. “İşe girmişsin. Hayırlı olsun.” yazmış. Biri gidip ona
dedi demek ki işe girdiğimi. “Hüseyin” demiştir kim söylediyse, “Merter’de işe
girmiş, tekstil atölyesinde.” Benim suretim gelmiştir aklına. Nasıl düşünmüştür
beni? Beni son gördüğünde üzerimde anamın ördüğü mavi kazak vardı, güzel de
yakışmıştı hani. Dükkâna gitmiştim öğle vakti, babası namazdadır diye. O gün de
gitmeyeceği tutmuş Nazmi Amca’nın namaza. Allahtan yanımda ablamın küçük kızını
götürmüştüm. “Toka lazımmış kıza Nazmi Amca” deyiverdim. Gittim elini öptüm,
“Dönmüşsün askerden, hayırlı olsun” dedi. İki gün olmuştu geleli. Göz ucuyla
baktım, Serap tezgâhın arkasında, gözleri yerde. Tokaları çıkardı önümüze, bir
tane alıp çıktık dükkândan. Böyle mi gözünün önüne gelmişimdir adımı duyunca.
Yoksa “Hangi Hüseyin” mi demiştir? Yok canım dememiştir, kaç tane Hüseyin var
mahallede. Lotocu Hüseyin Abi var, o da işe girecek değil ya. Ben gelmişimdir
aklına, sonra babası bakmazken çıkarmıştır telefonu. O anda, geçen Çarşamba
15:34’te beni düşünüp parmaklarını harflerin üstünde tek tek dolaştırmış, önce
“i”ye, sonra “ş”ye, sonra “e”ye basmış, işte bu mesajı yazmış. O gün bugündür
kaş kere açıp okudum o mesajı kendim de bilmem. Ezberlemesine ezberledim çoktan
ama görmek başka. Gece uykumdan uyanırım, aklıma gelir, telefon yastığımın
altındadır zaten, açıp bakarım mesaja, tekrar uykuya dalarım. Sabah uyandığımda
da ilk iş mesaja bakmak, orada duruyor mu diye bakarım, hakikaten öyle bir
mesaj var mı diye bakarım, bakarım da inanamam. Senin gibi böyle minibüste açıp
bakmam ama. Biri görür de okur diye korkarım. Bir de Allah korusun, biri elime
çarpar mesaj siliniverir.
Bir
bu mesajda böyle oldum bir de anamın ben askerdeyken yazdığı mektubu
okuduğumda. Necla öğretmen görse nasıl şaşırırdı ama. Sınıfta en son ben
sökmüştüm okumayı. “Senin okumayla yazmayla işin olmayacak, boşuna uğraştırma
beni” demişti. Görse şimdi bir yazı uğruna ne hallere düştüm, güler mi acaba
sevinir mi yoksa? Anamın mektubu geldiğinde de böyle olmuştum günlerce. Askerde
herkes herkesin halinden anlar, ilk okuduğumda ağladım da kimse dönüp bir şey
demedi. Anam kırkından sonra öğrenmiştir okuma yazmayı, ilk mektubunu da bana
yazmıştır, beş çocuğunun en küçüğüne, kıymetli oğluna. Onun mektubunu da
çıkarıp çıkarıp okurdum.
Birazdan
Merter’de inince bakarım mesaja, bir de ustabaşı telefonu almadan son kez
bakarım ki günüm iyi geçsin. Öğleye kadar mesajı düşünmekten çabucak geçer
zaman. Öğlen yine bakarım, Serap oradadır sanki kanlı canlı telefonun içinde.
İniyor musun sen burada arkadaşım? Hep beni konuştuk, sen hiç anlatmadın, bir
daha karşılaşırsak sen de anlatırsın.
Nisan 2012